Everything Was a Mistake 4.bölüm

 


4.bölüm

 

Hayatta kalmak için ne yazık ki ona bağlıydım.

 

Ondan uzaklaşmaya çalışmak fazla kaçardı.

 

‘Düşmemi istedin, değil mi?’

 

Nocton her gün beni malikanesine çağırırdı ve "Tekrar gel, Valrose" derdi. Bu ondan en çok duyduğum şeydi.

 

Bu önemli bir hikâye.

 

Daha dürüst olmak gerekirse, o zamanlar aklım biraz karışmıştı.

 

Dük'ü bir daha asla görmeyi düşünmedim.

 

Bir kitabın içinde olduğumu fark ettim ve çok az zamanım vardı ve çoğu sadece mektuplarla gelişen yüzeysel ilişkiler olsa da kadın kahraman Alice ile ilişkim güçleniyordu.

 

Nocton’a yaklaşmama gerek olmadığını düşündüm.

 

Ona verdiğim hediyeyi fırlatmakla sadece bir şeyi kastediyor olabilirdi

'Gözümün önünden kaybol.'

 

Birkaç gün sonra düzenlenen parti olmasaydı, belki bu Nocton ile ilişkimin sonu olurdu.

 

Bunun elbette kalıcı bir son olmazdı çünkü Alice ve ben arkadaştık.

 

Nocton’u ilk gördüğüm aile evinde bir başka parti vardı.

 

Genellikle çocuklara saygı duyulmazdı, bu yüzden bunu reddetmeye gerek olmadığını düşünerek partiye annemin isteğiyle katıldım.

 

Partiye girer girmez bir çocuk hemen göze çarpıyordu.

 

Siyah saç, un gibi beyaz bir ten üzerine özenle çizilmiş bir yüz.

 

Bir süre geçtiği için kolları ve bacakları eskisinden daha uzundu ve iyi fiziği siyah elbisenin vücuduna güzelce sarılmasını sağlamıştı.

 

Her zamanki kadar iyi görünüyordu ama gerçek kişiliğini öğrendiğimde artık o kadar da tatlı görünmüyordu.

 

Adil değil.

 

Gözlerimiz buluşmadan başımı çevirdim.

 

Başımın arkasında derin bir bakış hissediyor gibiydim, ama muhtemelen bu benim yanlış anlamamdı.

 

Başımı çevirmememe rağmen kulaklarım onun sesine odaklanmıştı.

 

Ama Nocton Edgar sessiz kaldı ve sadece yanındaki kişinin mırıltısı duyuldu.

 

"Öyleyse bu sefer, ben ..."

 

Sheryl Bornaine'di.

 

Pek sevmediğim, Bornaine Markisinin ikinci kızı.

 

Onu sevmememin ilk nedeni, aileleri gruplandırıp kişiden kişiye farklı davranması ve ikincisi, ailesinin iyi seviyede olduğunu bildiği için düşük şartlardaki kişilerle alay etmeye çalışması.

 

Ve en önemli nedeni, onun mafya konuşmalarını duymamdı.

 

‘Dük Edgar’ın halefi, yüzü güzel. Onunla konuşmak isteyen biri olduğunu sanmıyorum. Ona biraz iyi davranırsam her söylediğimi yapacaktır? ‘

 

‘Ama Sheryl, ne olursa olsun, o Edgar ...’

 

‘Daha önce Dük'ün gözlerini hiç gördün mü? Babam bana, Düşes'in ebeveynlerinin de daha önce bu mor renge sahip olduklarını söyledi, ama daha fazlası yok. Ailenin çalışanlarının bile onu görmezden geldiğini duydum.’

 

‘Aman Tanrım, çalışanlar öyle davranıyorsa bu doğru olmalı!’

 

‘Evet, yakında sefil bir duruma gelecek. Neden büyük bir evde yaşayan bir fareden korkuyorsunuz? "

 

Arka terasta olduğumu bilmediklerinden kıkırdamalar netti.

 

Görünüşe göre bu olay Edgar, Dük'ün evine girip çıkmaya başladığında biraz sonra olmuştu.

 

Nocton'a yöneltilen bu sözlere çok sinirlendim. Hemen perdeyi açıp gitmeye çalıştım ama aklıma bir şey gelince yapamadım.

 

Farklı amaçlar için, Sheryl Bornaine’in düşünce tarzı benimkiyle aynıydı.

 

Yalnız kaldığından bunun iyi bir fırsat olabileceğini düşünerek ona ilk yaklaşan bendim.

 

İyi bir sebebim vardı ama Nocton açısından onlarla aramda hiçbir fark yoktu.

 

Bunu düşünmek kalbimi acıtmıştı. Bu yüzden bir kargaşanın çıkmasının Nocton için bir yararı olmayacağını aklımdan geçirerek kendime hâkim olmuştum.

 

Unutmuştum.

 

Gecikmiş bir suçluluk duygusu kalbimi kazıdı ve fark etmeden başımı Nocton'a çevirdim.

 

Ve o anda gözlerim onunla buluştu.

 

Yani sırtıma yapışmış gibi görünen bakış bir illüzyon değildi ve şimdi ne düşündüğümden haberi yokmuş gibi bana bakıyordu.

 

Ağır bir bakıştı bu yüzden bakmayı bırakamadım.

 

Ama önce kafasını çeviren oydu, bu yüzden aynı şeyi düşünmemiş olabilirdi.

 

Beni görmezden geldi ve Sheryl Bornaine'e birkaç söz söyledi.

 

Nocton her zamanki gibi gülümsüyordu ve şeker kadar güzel gülümsemesine kalbim çarptı.

 

‘Onlarla iyi anlaşsam bile biriyle oynayabileceğimi sanmıyorum.’

 

Bornaine yine Nocton'la alay edecek mi?

 

O Sheryl Bornaine'in ne dediğini biliyor mu?

 

Kızın yanakları kırmızıydı ve Nocton her zamanki gibi yumuşak bir şekilde gülümsüyordu.

 

Belki Nocton içinde kötü değildi ama benim yanaşmamla tavrını değiştirdi.

 

Orijinal hali mi yoksa sinirlenmiş hali mi bilmiyorum ama ona başka bir amaç için yaklaştığım gerçeği….

 

Fark etmiş olabilir.

 

Buna şahit olmadım ama bir şeyler yemeye istekli birkaç sırtlan daha olsaydı bu çok garip olmazdı. Aynı şeyler tekrarlanmışsa, benim için işler netleşirdi. (Arkadaşlar burada da şunu diyor sanırım, kız bir amaçla yaklaştı ve eğer daha önce başkaları da bu çocuğa bir amaçla yaklaştıysa çocuk kızın ne yaptığını anlamış ve o yüzden gıcık davranmış olabilir falan)

 

Bu beni suçlu hissettirdi ve Sheryl Bornaine'e karşı bu kadar samimi görünmesi kalbimi ağrıttı.

 

Belki Bornaine’in onun hakkındaki düşüncelerini biliyor olabilirdi, ama emin değildim.

 

Ancak, o anda onu tutup Cheryl Bornaine'in söylediğini söyleyemedim. Sadece garip görünecek ve gerçekten bilmiyorsa incinecektir.

 

Onu yanlış anladığımı düşünerek suçluluk ve sempati hissettim.

 

Bunu bildiğimden, gitmesine izin veremezdim, bu yüzden sonunda birkaç gün sonra Dük'ün malikanesine geri döndüm.

 

"Um ... Merhaba, Nocton."

 

Çocuk çok şaşırmış görünüyordu ama beni dışarı atmadı.

 

Dürüst olmak gerekirse, bu en şaşırtıcı şeydi.

 

Ben gelmeden önce göl kenarındaki sandalyede kitap okuyor olmalıydı; İçeri girer girmez sandalyesinde duran bir kitap gördüm.

 

Sadece kapağı bile zor görünen bir kitaptı.

 

"Ne okuyorsun?"

 

"…. Sadece eski kitaplar."

 

"Uh ... çok pahalı görünüyor."

 

“Onu bulmak için çok uğraştım.”

 

Aslında soğuk bir tondu, ama Nocton'un kendini oldukça garip hissettiği izlenimine kapıldım.

 

Sonuç olarak, garipleştim ve utandım.

 

Soruyu sessizliği bozmak için sordum, ama bu kitapla ilgilendiğimi düşünmesine neden olmalı ve Nocton kitabı bana verdi.

 

Bu tür bir kitaptan tek bir harf bile okumak istemedim, ama gariplikten kurtulmanın başka bir yolu yoktu, bu yüzden kitabı 5 cm kalınlığında okudum.

 

Harfleri okuduğuma emindim, ama tüm sayfada anladığım bir şey yoktu çünkü beynim bu harfleri birleştiremiyordu.

 

Bu, hemen evime dönmem gerektiğine dair başka bir ima mı?

 

Her türlü düşüncenin karmaşasında, gözüme kıvrılan bir şey takıldı.

 

Bu kadarı yeter. Kitaba iliştirilmiş bir tırtıldı.

 

"Ahhh!"

 

Nocton'a bakmayı bile unuttum ve kitabı şaşkınlıkla fırlattım.

 

Kitap doğrudan göle uçtu.

 

Düşünceli bir şekilde, kitabı almaya uzandım ... ve göle düştüm.

 

Adım ve düşüş….

 

Bir dizi sesle boğulurken kendi aptallığımı suçladım.

 

Gölü tekrar keşfetmek ne kadar sürdü? Bilmiyordum ama bu gölü özlemiş olmalıyım.

 

Görüş alanımdaki ani dalgalanmalar nedeniyle gözlerimi kapattım, kollarım ve bacaklarımla mücadele ettim.

 

Bir kez girmiş olsam bile hazır olup olmamak arasında büyük bir uçurum var.

 

Ses, sanki biri kulaklarımı tıkamış gibi sağır ediciydi ve içeri akan su beni hasta ediyordu.

 

Ama ondan kısa bir süre sonra sudan çıktım.

 

Aslında, biri beni çıkardı.

 

Şiddetli bir şekilde öksürürken ellerini sırtıma vurduğunu hissedebiliyordum.

 

Hâlâ acı çekiyordum ve sadece sırtıma dokunan sıcaklık belirgindi.

 

Nocton bana yardım etti.

 

Hem suçluluk hem de gariplik aniden ortadan kayboldu.

 

Karmaşık duygular gölde erimiş gibi zihnim tazelendi.

 

Nefesim normalleşirken, Nocton elini sırtımdan çekti ve beceriksizce konuştu.

 

“Birilerinin gölüne düşmek senin hobin falan mı?”

 

"Teşekkür ederim-"

 

Göle kol düğesini atan çocuk şimdi tatlı bir sesle konuşuyordu. Ses tonundaki hassasiyet tanıdık gelmiyordu.

 

Ama kulağa garip gelmiyordu çünkü şaşırtıcı şekilde bu ton ona yakışmıştı.

 

Teşekkür etmek için şaşkınlıkla başımı kaldırdım ve o anda sırılsıklam çocuğu gördüm.

 

Sırılsıklamdı ve siyah saçlarından su damlıyordu.

 

Güneş ışığının yansıması ve görünüşünün ışıltısı onu daha da öne çıkardı, ama ıslak saçlarını süpürüp ifadesini bozan Nocton'un görünüşünde bir şekilde komik bir şeyler vardı.

 

Hiç komik görünmese de daha önce gördüklerimden çok farklıydı.

 

Hala zarif bir şekilde konuşma şekli, yağmurda ıslak bir köpek yavrusu gibi göründüğünde, gerçekten, gerçekten garip duruyordu.

 

Göğsümün gıdıklanmasına dayanamadım, bu yüzden yüksek sesle güldüm.

 

"….kapa çeneni."

 

Bir an gözleri yuvarlak olan çocuk hemen soğuk konuştu ama kulakları elma gibi kırmızıydı ve beni daha da gülmeye zorluyordu.

 

 

"Beni dinle, Marquis Bornaine’in kızı."

 

Roa Valrose göle düştükten ve asla geri dönmeyecek biri gibi malikaneden ayrıldıktan sonra, karşılaştığı Sheryl Bornaine'e bunu söyledi.

 

Hipnotize ederken kendini suçlu hissetmedi.

 

Ne de olsa onunla oynamak isteyen oydu.

 

Bornaine onun kalbini sarsmaya çalıştı, bu yüzden ele geçirilmek onun için yanlış olmazdı.

 

Gözleri bulutlanmış kıza kayıtsızca baktı.

 

İster hipnotize edilmiş ister beyni yıkanmış olsun, zihin büyüsünün başlangıcı kişinin ismiydi.

 

İsim değiştiğinde sihir sarsılacak ve eğer hipnoz zayıfsa kendi kendine kırılacaktı.

 

Sihri devam ettirmek için, yoğun duygular uyandırmamak ve aynı zamanda hedefin ismini stabil kılmak için buluşma yeri ve zamanını sınırlamak önemliydi.

 

En iyi yol, sihrin üst üste gelmesidir, ancak bundan kaçınılması gerekir çünkü hedefin zihnine zarar verebilir.

 

Eğer yanlış bir şey yapmış olsaydı, büyüsü yakalanabilirdi.

 

Sadece kara büyünün varlığının idam sebebi olduğu günler geçse de kara büyü hala kötü olarak algılanıyordu.

 

Dahası, birçok düşmanı olan bir adam olarak silahlarını saklamayı tercih ederdi.

 

Bu nedenle, Nocton sihir kullanırken rakibinin ismi konusunda özellikle dikkatliydi.

 

Aslında onlara soyadlarından çok adlarıyla hitap etmek daha iyiydi, ancak Valrose'da bir hata yaptıktan sonra başkalarının adıyla büyü yapma zahmetine girmedi.

 

Sheryl Bornaine için de aynısı geçerliydi.

 

“Evet, Dük Edgar.”

 

Nocton, Bornaine'i bir şeyi doğrulamak istediği için hipnotize etti.

 

Roa Valrose malikanesini terk ettikten sonra çok tedirgin oldu.

 

Geçmişi defalarca düşündü, o kadar çok ki, bunu yapan o olmasına rağmen zamanı geri almak istiyordu.

 

Neden bu kadar sarsılmıştı?

 

Kafası çok karışıktı ve sebebini tam olarak belirlemek istiyordu.

 

Belki de her zaman yanında olan kişinin ortadan kaybolması ve yalnız kalması nedeniyledir.

 

‘Belki de Roa Valrose gittiği içindir.’


önceki bölüm    sonraki bölüm



Yorumlar